24 Mart 2017 Cuma

Annemin Son Çılgınlıkları


Geçenlerde Annemin Son Çılgınları oyununa gittim. Oyun kısaca Alzheimer hastası bir anne ve iki kızının, annenin hastalığı ilerlerken üçünün yaşadıklarını, aldıkları kararları ve hastalığın hem fiziksel etkilerinden hem de psikolojik sürecinden kesitler sunan bir oyun. Tek perde olan oyun çok güzeldi, çok iyi bir oyunculuk vardı ve ben sürekli ağladım. Zaten son zamanlarda ekstra duygusal bir insan olmaya başladığımdan neredeyse her gittiğim oyunda izlediğim filmde ağlıyorum. Sanırım ağlarken yan koltuktaki kişiyi de baya korkuttum :D Bu kısa bilgi dışında oyunu çok eleştirmek gibi bir niyetim yok. Size oyunun bir sahnesinde olan olay ile başımdan geçen bir olayı yazmak istiyorum. 

Oyunun bir sahnesinde anne kızına bakıp "Sen kimsin?" diye soruyor. Kızı da tabi ki biraz kalbi kırılsa da hastalığın kabullenmesiyle "Anne, ben Dorothy. Beni tanımadın mı?" diye soruyor. Anne de sanki anlamış gibi "Aaa, evet Dorothy merhaba! Annene çok selam söyle." diye cevap veriyor. İşte bu aynı olayın çok benzeri zamanında dedemle aramda geçmişti. 

Ben sanırım üniversitedeyken dedemin hastalığı ilerlemiş, etrafındaki insanları bazen tanıyor bazen tanımıyordu. İşte o zamanda ben de anneannemi ve dedemi ziyarete Samsun'a gitmeye karar vermiştim. Beni her zaman olduğu gibi kuzenim karşıladı. Anneannemin evine gittik ve herkese merhaba dedikten sonra bir köşeye oturdum, sohbet muhabbet ilerliyoruz. Derken anneannemle dedemin bir şeyi tartıştıklarını duyup hepimiz döndük. Anneannem açıklamak için "Ayy yok bir şey. Bu kız kim diye soruyor" dedi benim tarafımı göstererek. Her ne kadar hastalığını bilsem ve kabullensem de beni tanımamasına çok üzülmüştüm. Sonra içimden "Aybük zaten farklı şehirlerde yaşıyorsunuz. Seni sürekli görmüyor, unutması çok normal" diye geçirip kendimi rahatlatmaya çalışırken benim kuzenim hemen atlayıp "Dede, kız arkadaşım. Beğendin mi?" diye sordu. Dedem de beni şöyle bir süzdü, biraz düşündü sonra kuzenime dönüp "Cııık, hiç beğenmedim" dedi. Evet hastalık biliyorum ama insanın KENDİ DEDESİNİN bile onu beğenmediğini duymanın ne kadar özgüveni kırıcı bir şey olduğunu tahmin edemezsiniz veya insanın kendi dedesinin BİLE onu beğenmediğini duymanın ne kadar komik bir şey olduğunu bilemezsiniz.

12 Şubat 2017 Pazar

İşini Sevmek Gerçekten Bir Lüks Mü?


Son zamanlarda ne zaman bir arkadaşımla buluşsam ya politika ya da iş hakkında konuşuyoruz. İş hakında konuşurken de, çevremdeki birçok kişi işlerinden memnun olmadıklarını söylüyorlar. Yine geçenlerde bir arkadaşım işini sevmenin bir lüks olduğunu söyledi. Ama gerçekten öyle mi? Neden bu kadar insan işinden memnun değil?

Acaba nedeni en temele mi dayanıyor? Yani çoğumuzun mesleğini çok genç yaşta aslında biraz şansa biraz çalışmaya bağlı olan sınav sonucunda seçmiş olmamızdan mı kaynaklanıyor? En başından beri hayatımız çok çalışmam lazım sonra rahat edeceğim şeklinde ilerliyor.. İyi lise iyi bir üniversite demek, iyi bir üniversite iyi bir iş demek, iyi bir iş iyi bir maaş demek, iyi bir maaş, iyi olanaklar demek.. Ama zamanla hiç rahat edemediğimizi hep daha çok çalışmak zorunda kaldığımızı ve o sırada da hayatımızın geçip gittiğini fark ediyoruz. Belki de o zaman isyan etmeye, yaptığımız işin aslında istediğimiz, sevdiğimiz / seveceğimiz iş olmadığını mı fark etmeye başlıyoruz?

Veya nedeni mevcut durum, haklarla mı ilgili? Yani çoğu iş yerinin çalışanlarına iyi koşullar / haklar sağlamamasından mı kaynaklı?

Veya özellikle özel sektörde çalışanların iş/hayat dengesini sağlayamaması mı? Aşırı iş yükünden dolayı çoğunlukla fazla mesai çalıştırılması hatta izin hakkını bile kullanamamasına kadar giden süreç... Yani iş/hayat dengesinde çoğumuzun hayatında iş tarafının baskın olması mı?

Veya nedeni maddi ve manevi tatmin mi? Her insanın işinden beklentisi farklıdır. Evet, bazı kişiler yüksek ücrete öncelik verirken bazıları ise yaptıkları işin içerinin onları memnun etmesini daha öncelikli değerlendirirler. Fakat, bence çoğu insan çalıştıkları işte ikisinden de bir miktar olmasını beklerler...

Yani kısaca merak ettiğim, gerçekten işini sevmek lüks mü? Şansımıza doğru mesleğe denk düşüp, iyi koşullarda çalışıp aynı zamanda bir işin seni hem kariyer açısından hem de maddi olarak tatmin etmesi çok mu düşük bir ihtimal?

5 Şubat 2017 Pazar

Yol Hikayelerim - Vol.1

Her seyahat arkasında güzel anılar bırakır ve insana çok şey katar. Bazen de geriye başka insanlara anlatılabilecek ilginç veya komik hikayeler bırakır. Yol hikayelerim yazı dizisinde bunların iki tanesinden başlayarak yazmak istedim.

Trende Tanışılan İnsanlar



Tren seyahatlerini çok severim. Ayaklarını uzatıp rahat rahat seyahat ederken çalışabilirsin veya kitap okuyabilirsin. Tabi bazı dezavantajları da var. Mesela uçakla karşılaştırıldığında daha uzun sürer ama karşılığında seyahat ederken etrafı izleyebilirsin. Sanırım şimdiye kadarki en uzun seyahatim İsveç'te yaşarken kuzey ışıklarını görmek için kutup dairesinin üzerine çıkma hikayem (Merak edenler için: Kuzey Işıkları). Kuzey ışıkları için Lund'dan trenle Porjus'a gittim. Yaklaşık 1.680 km. Tam 26 saat sürdü Porjus'a varmak. Önce hızlı trenle Stockholm, ardından yataklı trenle Gällivare, en son da otobüsle Porjus...

Aslında itiraf etmem gerekirse biraz (tamam tamam birazdan çok daha fazla) utangaç biriyim fakat nasıl oluyorsa her seyahatimde çok ilginç insanlarla tanışıyorum. Bu yolculukta da Amerikalı bir seyahat yazarıyla tanıştım. Renae'nin çok ilginç bir hikayesi vardı. Costa Rikalı bir anne ile Amerikalı bir babanın çocuğu. Daha orta okuldayken İspanya'ya yatılı okulda okumaya başlamış. Acaba küçük yaşta kendi başına olmaya alıştığından mıdır bilinmez yıllardır bazen tek başına bazen de yolda tanıştığı kişilerle dünyayı gezdiğini söyledi. Hatta son 2 yıldır ülkesine gitmeden geziyormuş. Gezdiği ülkelerden biri de Türkiye. Bana kuyu kebabı hikayesinden gezdiği sahillere kadar anlattı.

Yine aynı gezinin dönüşünde ise origami* yapan / yapmaya çalışan iki İsveçliyle tanıştım. Ben de origami yapmayı çok sevdiğimi söylediğimde hemen kağıtlarını benimle paylaşarak beraber origami yaptık. Benim origami konusunda bu kadar heyecanlanma nedenim ise ilk yurt dışına taşındığım zaman bu sanat sayesinde yalnızlıktan kurtuldum ve çok iyi arkadaşlar edindim (Yakında Budapeşte'deki origami grubum hakkında yazacağım).

*Origami: Japon kağıt katlama sanatı.

İsimden Cinsiyeti Anlamaya Çalışma


Size de oluyor mu? Hani birinden mail gelir veya bir şey yazacaksınızdır ama karşıdaki "Deniz Bey" mi yoksa "Deniz Hanım" mı bilmiyorsunuzdur. Eee ne diye hitap edeceğim diye sürekli bir gerilme. Ben hatta Google'a isimleri yazıp resimlerini bulmaya çalışmaya veya o kişiyi bulamasam da Google'ın resimler kısmından çıkan resimler çoğunlukla hangi cinsiyete aite kadar gidebiliyorum (yine itiraf.com'a döndüm).

Yine aynı seyahatimde, konaklamamı Porjus'ta sahibi Patricia ile mailleşerek Porjus Northern Lights Apartments'da ayarladım. Ama tek bir sorun vardı, ben (yine) kalacağım yerin adresine tam bakmayı unutmuştum. Aklımdan da yol boyunca küçük bir kasabaya gidiyorum en kötü ihtimalle oradaki markete sorarım; kesin herkes herkesi tanır diye geçiriyorum. Porjus durağına gelince sadece ben ve Çinli bir adam indik. Hemen Çinli adamın yanına uzun saçlı bir İsveçli adam yaklaştı ve onu karşılamaya geldiğini söyledi. Ben de içimden ne kadar şanslı diye geçirdim. Hemen ardından kasabada sağa sola bakınarak kalacağım yeri aramaya başladım ama şansım pek iyi gitmiyordu. Derken o uzun saçlı İsveçli adam arabasıyla yanıma geldi ve adımın "Abuki" olup olmadığını sordu. Tabi ki öyle okursan beni Çinli sanarsın dememe kalmadan biz seni erkek sanıyorduk, tek başına seyahat eden kadınla çok karşılaşmıyoruz dedi. Patricia hem yerini bulamayabilirim hem de sürpriz olsun diye beni karşılamaya birinin göndermiş ve sadece maille haberleştiğimiz için cinsiyetim hakkında kendince bir tahminde bulunmuş. Sonuçta %50 ihtimal değil mi?

23 Ocak 2017 Pazartesi

Belki Yazarım Yine


Canım istemiyor bir süredir hiçbir şey yapmayı.. Bir süre derken yaklaşık 2 yıldır. Zaten yaptıklarım da artık keyif vermiyor. Ne oldu neden oldu, bu geçiş mi, kalıcı mı? Bilmiyorum...

Aşık olduğum, 9 yaşımdan beri yoldaşım olan piyanoma dahi elimi sürmüyorum. Oysa, beni hiçbir ülke, hiçbir durum daha önce engelleyememişti. Mesela, Macaristan'da yaşarken okulda yeri sürekli değiştirilen piyanoyu bulmak için dedektifçilik oynardım. Yunanistan'da küçücük yol kenarında anneyle oğlunun işlettiği lokantada piyano bulup özlemle çalmıştım. Yine İsveç'te bütün okulun piyano sesini duymasına aldırmadan, bütün utangaçlığımı, ya yanlış çalarsam ya aynı parçayı 100 kez çalmama sinir olurlarsa gibi korkularımı bir kenara bırakıp çalıyordum. Hatta tezimi yazarken bile evimden arada sırf piyano çalmak için çıkıyordum. Ama artık ne oldu bilmiyorum. Bir anda bıraktım.. Anlamıyorum..

Benzer olay beni en çok mutlu eden tiyatro, opera, bale gibi etkinlikler için geçerli.. Eskiden önceden takip eder nerede, ne var hep bilirdim. Kesin görülmesi gereken etkinlikleri daha biletleri satışa çıkmadan takip eder, çıkar çıkmaz da alırdım. Şimdi aklıma geldikçe bilet sayfasına bakıp denk gelirse, boş yer varsa, canım da isterse, ... sadece o akşama bilet alıyorum. Uzun dönem beklemekten, plan yapmaktan vazgeçtim.

Aynı olay kitap okumamdan, resim çekmeme hatta bloguma yazı yazmama kadar var.

Ne oldu bilmiyorum. Neden oldu bilmiyorum... Belki politika, belki tatminsizlik, belki de hayal kırıklığı bunu tetikleyen. Belki de... 

Bu blogu 2013 yılında, yeni yıl kararı olarak açmıştım. Bu yıl da yeni yıl kararlarımdan biri tekrar yazı yazmaya başlamak. Yeni yıl kararlarının çoğunluğunun başarısızlıkla sonuçlandığı iddia edilse de bakalım benim ki ne kadar sürecek. Kim bilir belki de benim bu durumuma çözüm de olur..